İçimde bana uyumsuz ve de uygunsuz bir his kıpırdanıyor. Yıllarca ettiğim ve bulduğum ama her biriyle “barışmış” olduğuma herkesi inandırdıklarım arasına eklendi, eklenebilecek… Sonrasında tüm sahip olduğum duygusal güvensizlikleri tek seferde ortaya çıkarıp, yıkım kuvvetlerini çağırabilecek…
“Ama hiç de yeri değil” diyerek bastırmaya mücadele ederken, görmüş olmanın ezikliği ile giderek büyümesini izlemeye mecbur kaldığım, içimdeki yavru kedim: “Miev” diye bağırıyorsun usul usul ama, bebeğim, yerler seni! İki seçeneğimiz var: Ya geberip gideceksin ya da beni öldüreceksin. Ne seçersin?
“Ya panter tutarsa?”
Kurumuş da gövdesi atılmış antik bir bitkinin, yıllarca saksıda beklemiş, için için kurumuş toprağından hallice, bugün kır çiçeği tohumu bile ekseler büyümez içimde. Çiçeği bırakın, içimdeki solucana bile hayrım kalmamış ki çukurunu bırakıp gideli seneler geçmiş. En dibimdeki ölü bir sinek ve talihsiz böcek de aylardır kımıldamadan yatıyorlar.
Ama sevgili “his” ben seni ne edeceğim?
Ey, eklenemediğim fakat varlığına yemin edebileceğim; konusuna hakim olmadığım, şüpheli his, ben seni ne yapacağım?
Cevap da vermiyorsun bana…
Belanı bul o zaman sen!
Olmadı ben…